DUYGU KARAHASANOĞLU


DÜNYA GÖZÜ

Yapılan barış anlaşmasına rağmen İsrail, Refah sınır kapısında, bekleyen  yardımların geçişine izin vermiyor.


DÜNYA GÖZÜ 

 

                           Yapılan barış anlaşmasına rağmen İsrail, Refah sınır kapısında, bekleyen  yardımların geçişine izin vermiyor. Direttikçe diretiyor, türlü bahanelerle, Filistinlilere yardımı, engelliyor. Dahası ateş edip öldürüyor. 

Dünyanın gözü önünde İsrail’in bu tutumunun açıklanacak bir tarafı yok. 

Taraflar bir araya gelip, barış antlaşması yaptı. Ancak İsrail, her ne hikmetse ateşkes ihlal etme hakkını kendinde buluyor.

Her geçen gün Filistinlilerin yaşamı ağırlaşıp, ayakta kalmaları zorlaşıyor. Bir tas çorbaya muhtaç bırakılan Filistinlilerin, yaşam hakları adeta ellerinden alınmış!..

                             İsrail, tüm bunları tek başına yapmadığı bir gerçek. Ortadoğu’da barış istemeyenler, bugünkü İsrail’e fırsat verdi. 

Durum böyle olunca, İsrail’de her türlü davranışı, kendinde hak gördü. Birkaç hafta önce bir araya gelen ülkelerin attığı barış imzaları nerede kaldı? Verilen sözler, İsrail’i durdurmaya yetmedi. İki devletli çözüm olmadıkça, katliamlar durmaz. İsrail, her ne kadar direnirse dirensin, Filistin bir devlettir. Bu gerçeği er geç kabul etmek zorunda. 

BM tarafından 1947 yılında kurulan İsrail, bugün o topraklarda terör estirmesinin altında yatan gerçekler bellidir. 

                           Dünyaya barış tohumlarını ekmek aslında zor değil. Her ülke kendi toprağıyla yetinirse, bir başka ülkenin topraklarına göz koymasa, dünyada savaş değil barış olur. 

                           Kainatı  yaratan, her canlıya yaşam hakkı ve rızkını verdi. Hiçbir insan bu rızkı ve yaşam hakkını alma, yetkisine sahip değildir.

Yer altı yada yer üstü kaynaklar, bazı ülkelerde çok, bazı ülkelerde az olabilir. Ancak bu durum bir başka ülkenin iştahını kabartmamalı. Kendini güçlü gören ülkeler, zayıf gördükleri ülkelere baskı yaparak, yer altı kaynaklarını almak istemesi dünya barışını zedelemektedir. 

Barışın huzurun olmadığı yerde savaşlar, arsızlıklar olur. 

                             Vaktiyle bir padişah,  tebdili  kıyafetle dolaşırken, göl kıyısında oturan adamın yanına giderek, ne yaptığını sorar.

Adam, gözlerini gölden ayırmadan alçak sesle balık tuttuğunu söyler. 

Tebdili kıyafetle olan padişah, adamın yanına oturarak; “ilk tuttuğun balığın ağırlığı kadar sana altın vereceğim.”der.

Adam, kabul edip oltasını göle daldırır. Çok geçmeden oltanın ucuna bir şey takılır. Adam, yavaş yavaş oltayı çekip gölden çıkartır. Oltanın ucuna, kuru bir kemik takılır. 

Tebdili kıyafette olan padişah, adama verdiği sözü yerine getirmek için ayağa kalkar. Saraya vardıklarında, padişah, kemiği muhafızlara vererek, ağırlığı kadar altın verilmesini emreder.                                                             

Terazinin bir kefesine kuru kemiği, diğer kefesine altın koyarlar. Ancak kemiğin bulunduğu kefe, ırgamaz.  Kefeye, on altın kesesi daha koyarlar. Durum yine değişmez. Bunun üzerine padişaha haber verirler. 

Padişah, kefedeki altınların, kemiği kaldırmadığını görünce, altın keselerinin sayısını artırır. Ancak değişen bir şey olmaz. Padişah, bilgeye haber gönderir. 

Bilge, olan biteni dinler. Kefedeki altınları alır. Cebinden çıkardığı, bir avuç toprağı kefeye atar ve kemik olan kefe kalkar. 

Padişah, merakla bilgeye nasıl olduğunu sorar. 

Yaşlı bilge; “bu bir insan göz çukurunun kemiğidir.  Onun gözünü dünya malı değil, bir avuç toprak doyurur.” Der.