Fatma Karahasanoğlu


ATEŞ PAHASI

ATEŞ PAHASI


ATEŞ PAHASI

 

                      Zamanın birinde hükümdar, veziriyle birlikte avlanmaya  çıkar. Ahu gözlü ceylanı avlamak için peşinden koşarlar. Ne var ki, ceylan hızla koşup, gözden kaybolur. Hükümdar ve vezir, çöken karanlıkla geri dönemeyeceklerini anlarlar.

Uzaktan gördükleri kulübeye giderler. Oduncu misafirleri içeri alır. Soğuktan elleri, yüzleri moraran hükümdar ve vezir, ateşin yanına gider. Oduncu konuklarına sofra hazırlar. Bu arada ateşi hiç söndürmez, sürekli harlar.

Hükümdar ateşin  karşısında durarak, vezire; “bu dağ başında bu soğukta, bu ateş bin altın eder.” Der.

O gece orada kalırlar. Oduncu, sabah erkenden konukları için kahvaltı sofrası hazırlar. Neyi var neyi yok, sofraya getirir.

Hükümdar, gitmek zamanının geldiğini söyleyerek, vezirle oduncudan izin isterler. Hükümdar, son olarak oduncuya; “hakkını helal et yedik içtik. Borcumuz nedir?” oduncu, “helal olsun. Bin  altın yeter. Sabaha kadar ateşi hiç söndürmedim. ” Der. Vezir, itiraz etse de, hükümdar, vezire ateş pahası için bin altın vermesini söyler. 

Vezir, oduncuya bin altın öder.

                     Hakkından fazla para isteyenlerin gözünü bir avuç toprak doyurur.

Adamın göl kenarında balık tutmaya çalışır. Fakat oltasına hiç balık vurmaz. Hükümdar ve adamları oradan geçerler. Hükümdar, balık tutmaya çalışan adama; “tuttuğun balık ağırlığınca sana altın vereceğim.” Balıkçı sesin geldiği yöne bakar. Bir şey söylemeden oltasını gölün içinde tutmaya devam eder. Bir müddet sonra oltanın ucuna bir şey takılır. Balıkçı oltayı yukarı çekmeye başlar. Tüm gözler, gölden çıkacak oltaya kilitlenmiştir. Balıkçı oltanın ucunda kuru bir kemik görünce  şaşırır. Hükümdar, sözünün hala geçerli olduğunu söyler. Hep birlikte saraya giderler.

 Hükümdar, vezire derhal kemiği teraziye ve ağırlığınca altın vermesini söyler. Vezir,  terazinin bir kefesine, kuru kemiği, diğer kefesine altın  koyar. Altınlar yetersiz kalınca, başka altınlar takviye edilir. Kuru kemik yerinden ırgamaz. Altın kefesi dolup taşar, vezir, olan bitenleri hükümdara söyler. Hükümdar da, anlam veremez. Ve sarayın bilgesini çağırtır.

Bilge, teraziden tüm altınları almalarını ister. Vezir, altınların hepsini  alır. Bilge, vezirden toprak ister. Vezir, bir şey anlamaz ama bilgenin istediği toprağı getirir. Bilge, terazinin kefesine bir avuç toprak atar. Ve kemiğin bulunduğu kefe birden kalkar. Herkes şaşkın gözlerle olan biteni izler bilge meraklı bakışları gidermek için, “bu gördüğünüz kuru kemik, insanın göz çukurudur. İnsanın gözünü bir avuç toprak doyurur.”