OKUR YAZAR ÇOK, OKUYAN YOK!
Okur yazar çok, okuyan yok! Bu konuya nereden geldim diye sakın düşünmeyin. Her şey o kadar açık ki, anlamamak için vurdum duymaz olmak gerekir.
Ancak bir yazarın görevi vurdum duymazlık değil, toplumsal sorunları dile getirip, gözler önüne sermektir. Faraza, her şey bu denli açık beyanken, susmak kimsenin hakkı değildir. Okumak bir erdemlktir. Okuduğunu, anlayıp, yorumlamak da, bilgiliktir.
Her kim, toplumsal sorunları kaleme alıp, yazmışsa ilgilisine göreve davet ediyor demektir. İlgili kişiler de, bu konu üzerinde gereğini yapma mecburiyetindedir. Hiç kimse kendini kenara çekme lüksüne sahip değildir.
Gözler kör, kulaklar sağır gibi davranmak kanımca ihanetin en büyüğüdür.
Toplumda bir sorun varsa, o sorun üzerinde istişare yapılıp, ortadan kaldırılmasına imkan tanınmalıdır. Sorunlar büyüdükçe içinden çıkılmaz hal alır.
Görüşler farklı olsa da, sorun giderilmede, görüş göz öüne alınmaz.
Okur yazar çoğaldıkça, ne yazık ki okuyan sayısı azaldı. Bunu nereden mi anlıyoruz?
Efendim! Her şey, açık beyan ortadadır. Anlaşılmayacak bir şey yok ki.
Gazeteler eskisi gibi traj yapmıyor. Yayınevleri tek tek kapanıyor. Kitap satış yerleri her geçen gün azalıyor!
Başka saymama gerek var mı? Okur yazarın çoğalması, okuma oranını yükseltmiyor. Okumak, bir kültürdür. Okuduğundan mana çıkarmak da, belli başına ayrı bir kültürdür.
İster istemez aklıma çocukluğum geldi. Mahallemizde; öğretmen, posta müdürü, şoför, esnaf, memur vs.
Sabah erkenden yola çıkarlardı. Kimi dükkanını açmaya, kimi okula, kimi devlet dairesine, kimi de kamyonuyla iş almaya giderdi.
Gün içinde sokaklar, çocuklara kalırdı. Akşam olunca, yavaş yavaş işten eve dönüşler başlardı. Sokak insan kalabalığına dönüşürdü.
Mahallenin ilk girişindeki ikinci ahşap evde oturan emekli öğretmen Hüseyin Kazım amca, dönekten görünürdü. Siyah uzun paltosu, uzun olan boyunu daha da uzun gösterirdi. Elinden beyaz küçük bir ekmek, ekmeğin dışında cebinde yarısı dışarda kalan bir gazete. Ağır adımlarla evinin tahta kapısını bir iki kez tıklatıp, sonra içeri girip kapıyı kapatırdı.
Çok geçmeden yine siyah paltolu, posta müdürü Hasan amca, göründü. Hasan amca orta boylu, bir o kadar sevecen adamdı. Yol kenarlarında gördüğü her çöpü toplardı. Bu akşamda aynı hareketi yaptı. İnce yağan yağmurda aldığı gazete ıslanmasın diye göğsüne koymuştu. Ancak gazetenin bir ucu dışardan görünüyordu. Hasan amca, üstüne kapalı ancak açık olan tahta kapıdan evine girdi.
Yağmur şiddetini artırdı. Islanmamak için adımlarını hızlandıranlar, bir an önce kendini eve atmak istiyorlardı.
Dönekten Rus Osman lakabıyla şoför Osman’ın kamyonu göründü. Evimizin karşısındaki evin, önünde durdu. Beton arme evin alt bölümü depo olarak kullanılırdı. Üst katta iki pencere yola bakardı. Şoför Osman odasına çıkıp, pencere kenarındaki sandalyesine oturup, gazeteyi eline alırdı. Gazetenin her sayfasını dikkatle okurdu.
Mahellemizde sadece bunlar mı gazete okurdu, hayır efendim! Okuyanlar çoktu.
Devam edelim isterseniz, anneannemin kuzeni Türkçe öğretmeni İlyas amca da, her gün bir gazeteyle evine gelirdi. Önce bağda bahçede yapılması gereken işleri yapar sonra gazeteyi eline alıp okurdu.
Bir başka Türkçe öğretmeni Celal amca da, evine alış veriş yaptığı malzemelerin dışında gazeteyle gelirdi. Akşam yemeğinden sonra sobanın arkasında gazetesini büyük bir hevesle okurdu. Ancak gün içinde kitaplardan başını kaldırmazdı.
İki katlı binanın ikinci katında oturan emekli öğretmen Hakkı amcayı unutmayalım. Her öğle bir gazeteyle evine gelirdi. Yemekten sonra kızına yaptırdığı kahveyle birlikte gazetesini okurdu.
Alt katta oturan bankada çalışan kızı ve damadı da, mesaiden sonra evlerine gazete ile dönerdi. Onlarda yemekten sonra gazetelerini okumak için bir köşeye çekilirdi.
Mahallemizde okur yazar sayısı kadar okuyan sayısı çoktu.
Kısacası bugünkü gibi okur yazar olup da, okumayan yoktu.