DUYGU KARAHASANOĞLU


HARAM VE YALAN

Herkesin, çocukluk döneminde unutamadığı günler olmuştur.


                                     HARAM VE YALAN 

 

                                   Herkesin, çocukluk döneminde unutamadığı günler olmuştur. Büyükbaba ve büyükanneyle birlikte yaşam olduğunda,  anılar bir başka tatta olmuştur. 

Büyükbabam emekli öğretmen olduğundan diksiyonu ve hitabı bir başka tattaydı. Cumhuriyetin ilk öğretmenlerinden olması bakımından ayrı bir özelliği de, sahipti. 

Osmanlıca eğitim almış, Latin alfabeyi öğretmenliğinin altıncı yılında öğrenmişti. 1928 de Latin alfabenin gelmesi büyükbabam için zor ols ada, öğrencileriyle birlikte alfabeyi öğrenmeye çalıştı ve öğrendi. 

Büyükbabamın aldığı eğitim yetiştirdiği öğrencilerinden de, belliydi.  Nükteli konuşur, asla kalp kırıcı söz söylemezdi.  Büyükbabam yalan konuşmanın, haram yemenin, İslam’da yeri olmadığını biz çocuklara hergün tekrarlardı. Kırk bir yıl yaptığı öğretmenlik yıllarında bir kez on günlük rapor kullandı, bir kez de, on günlük izin aldı. Öğretmenliğin kutsal meslek olduğunu, anlatırdı. 

Büyükbabamla, geleneksel hale gelen sohbetlerimizden bir gün konu, defineye geldi. Büyükbabam definenin insanlara ne denli zarar verdiğini güzel Türkçesiyle anlatmaya başladı. “define aramak yada defineyi, bulup yemek haramdır. Sana ait olmayan bir gömüyü bulup gün yüzüne çıkartıp, ondan istifade etmek bizim İslam dinimize yakışmaz. Görüyoruz, duyuyoruz, define bulmak için tarihi yerler kazındı. Kimi buldu, kimi bulamadı. Bak yavrum! Define bulacağım diye hem, tarihi eserlere zarar veriliyor, hemde doğa katlediliyor. Sana ait olmayan bir mala sahip olmak için çalışmalar yapmak, hiçbir Müslüman’a yakışmaz. 

Haram, yavrum! Evet, haram. Allah korusun. Bundan kaç yıl önceydi. Şimdi aklımda değil.

Bir gün Müftülüğünün önünde arkadaşlarla oturmuş ezan saatini bekliyorduk. Yanımıza benim yaşlarda, hiç tanımadığım bir adam geldi.  Hepimizi tepeden tırnağa süzdükten sonra benim yanıma geldi. “muallim efendi. Sizinle özel konuşmak için istirham ederim.” Dedi. Şaşırdım. Benimle ne konuşacaktı. Adam konuşmasına devam etti. “bak muallim efendi. İyi bir muallimsiniz, köyde sözünüz dinlenir. Köylü size saygı gösteriyor. Öğrencilerinize İslam’ı tam olark öğretiyorsunuz. Dokuz yaşındaki çocuk bile sizin sayenizde, tüm duaları öğrenip namaz kılıyor.”

O sırada ezan başladı. Adamın sözünü sus işaretiyle kestim. Adam birden sustu. Alçak sesle vakit namazı deyip ayağa kalktım. Camiye girdim. Namazı eda ettikten sonra adam caminin kapısında bıraktığım yerde duruyordu. Yanıma geldi. “muallim efendi. Beni bir dinleyin. Anlatacaklarım çok ama çok önemli.” Dedi. 

Kızım, ne diyeceğini tipinden ve kıvranmasından az çok anladım. Yanımdan kovsam bana yakışmaz. Onu dinlesem, günaha ortak olacağım. Ben böyle düşünürken Müftü efendi, yanımıza geldi. Adam, daha da kıvranmaya başladı. Birden dili çözüldü. “ben, size bir şey diyeceğim.” Cebinden harita çıkartarak; “burada, işte burada, aradığım gömü burada.” Sonra yüzüme bakarak; “muallim efendi  o köyde görev yapıyormuşsunuz. Hepsini öğrendim. Bana yardım edin. Gömüyü çıkardığımızda sizin payınızı da,  mutlaka vereceğim.” Dedi.

Müftüyle o anda göz göze geldim. Adama hitaben; ne söylediklerini duydum ne de seni gördüm. Haritayı cebine koy. Jandarmaya git arzuhalini bildir. Sesim o kadar sert çıktı ki, adam elindeki haritayı elinden düşürdü. Yalvaran gözlerle bana baktı. Birkaç kez yutkunduktan sonra adama hitaben; ben haram yemem. Ben günaha bulaşmam. Yalan hiç konuşmam. Bu yüzden beni sana kim gönderdiyse, ben de seni jandarmaya gönderiyorum. İstersen beraber gidelim. Adam yardım ister gibi Müftü efendiye baktı. Sonra bana. Jandarmaya gitmek için adamın koluna girdim. Ben vatanıma, devletime ihanet edemem. Etmeye çalışanlara da fırsat vermem.” Dedi.

Büyükbabam, konuşmasını bitirir bitirmez nemlenen gözlerinden birkaç damla yaş aktı. 

2000 yılında ebedi yolculuğuna çıkan büyükbabamdan çok şey öğrendim. Özellikle haram yememeyi ve yalan konuşmamayı, günaha bulaşmamayı, ihanet etmemeyi…