ROMANLARIN EFENDİSİ “YÜZÜKLERİN EFENDİSİ”

ROMANLARIN EFENDİSİ “YÜZÜKLERİN EFENDİSİ”

Hayal gücünün tüm sınırları zorlanarak,

ROMANLARIN EFENDİSİ “YÜZÜKLERİN EFENDİSİ” 

         Hayal gücünün tüm sınırları zorlanarak, hatta sınırları ortadan kaldırarak kaleme alınan olaylar daima gizemini artırır. Öyle hayaller kurulup, kağıda akıtılır ki, aklın alamayacağı boyutlarda olur. Zaman tünelinden, karanlık vadilere, sık ormanlıktan, huzur verici mekanlara ; kalemin ucunda bir başka tatta olur. 

Hayal dünyasının sınır tanımayan yolculuğu kitabın ilk satırından başlayarak, sonuna kadar devam eder. Arada bir soluklanmak için tasvirlerle mola veren heyecan, soluklandıktan sonra dolu dizgin devam eder. 

Kat edilen yollarda, kahramanlarla tanışıp, kimin dost, düşman olduğu iyice öğrenilir. Sözü edilen kahramanlar, iyi takipten geçirilerek başlarına gelebilecek hadiseler üzerinde değişik fikirler üretilir. 

                  Düşüncelerinde sınır tanımayan yazarların, bir çoğu kainata meydan okur. Kendi beyninde canlandırdığı yaşamları dilediği gibi hayatın basamaklarına dağıtarak, kahramanlarına ruh verip, emirler yağdırır. İnanılmaz bir atmosfer ; dayanılmaz işkence, bitmeyen yollar, tükenmeyen ıstırap...

                   Güney Afrika’da dünyaya gelen, John Ronald Reuel Tolkien “Yüzüklerin Efendisi” adlı romanında dünyayı ikiye bölerek, tartışmaların ortasında kalmıştır. Yazara göre bir bütün dünyanın dışında Orta Dünya diye tanımladığı bir başka dünyadan söz der. Dünyanın dışına taşıp, diğer dünyada hayat sürdüren Hobbitler hakkında yazdığı masallar yankı uyandırmazken “Yüzüklerin Efendisi” adlı eserinde sözü edilen Hobbitler romanda büyük söz sahibi olarak karşımıza çıkar. 

                   Günün birinde, Hobbit olan Bilbo Baggins’in kapısına büyük büyücü Gri Gandalf çıkagelmiş. Yanında Kral soyundan on üç cüceyle birlikte. Bilbo onlarla beraber büyük bir hazinenin maceralı yolculuğuna çıkar, yüksek bir geçitte Ork’ların saldırısına uğrarlar.

Bilbo, dağların derinliklerinde kara ork madenleri içinde kaybolmuş. El yordamıyla yolunu bulmaya çalışırken, eline bir yüzük takılıvermiş, yüzüğü hemen cebine atmış. 

Dışarı çıkmak isteyen Bilbo, daha da, dağların derinliklerine inmiş. Karanlıklar içerisinde, kayalık bir adada Gollum yaşarmış. Gollum, mide bulandırıcı, minik bir yaratıktı. Parlak gözleriyle etrafını inceleyip, tuttuğu balıkları çiğ-çiğ yiyormuş. Gollum her canlıyı kolayca yeme özelliğine sahipmiş. 

Gollum, ışıklı dünyada yaşadığı dönemlerde eline çok kıymetli bir hazine geçmiş. Parmağa takıldığı anda görünmez yapmasının yanında çok boyutlu başka dünyalara yolculuğa çıkaran, altın bir yüzüktü. Gollum’un sevdiği tek şey, o yüzüktü ; “kıymetli” diye söz ettiği yüzüğüyle konuşurmuş. Avlanmaya gittiği vakit odasında bir delikte “kıymetli”sini saklıyormuş.

Gollum, yüzüğünün Bilbo tarafından bulunduğunu bilmiyordu. Eğer bilseydi ona saldırırdı. Bilbo’nun elinde ki keskin elf bıçağını gören Gollum, bundan vazgeçip, zaman kazanmak için Bilbo’yu bilmeceli oyuna davet eder. Bilbo sorulara cevap veremezse, Gollum tarafından öldürülüp, yenilecekti ; Gollum soruların yanıtını veremezse Bilbo’yu bu tünellerden geçirip dışarı çıkaracaktı. 

Başka çaresi olmayan Bilbo, oyun davetini kabul eder. Birbirlerine sorular yöneltirler. Zekasından ziyade şans eseri elini cebine atan Bilbo, bağırarak “bil bakalım cebimde ne var ?” sorar, Gollum’a üç hak tanımasına rağmen Gollum soruyu yanıtlayamaz. 

Gollum, iğrenç yaratık olduğundan vermiş olduğu sözü yerine getirmek istemiyordu. Bir ara evine gider ve kıymetlisinin yerinde olmadığını görür. Hemen aklına Bilbo gelir, tüm kinini kusmak ister. Ancak Bilbo’da boş durmaz kaçış planları yaparken, elini cebine sokar ve yüzük parmağını bulur. Artık onu hiç kimse göremezdi. Çünkü Bilbo, yüzüğün sayesinde görünmez olmuştu. Gollum, Bilbo’nun yanından geçtiğini fark etmedi. 

Bilbo, karanlık diyardan kurtulmuş, aydınlık dünyaya kavuşmuştu. Yüzüğün de, kendi hakkı olduğunu düşündü. Bilbo, yüzüğün öyküsünü büyücüye ve Frodo’ya anlatır. İşte ! Tarihi roman buradan başlıyor. 

Sözlerini Bilbo’nun yazdığı, eski bir melodiye oturttuğu şarkıyı Frodo’ya da, öğretmişti. O şarkıdan bir bölüm ;

Ateş al al yanar ocakta,

Döşek serili damın altında,

Ama yorulmadık daha

Köşeyi dönünce belki bir ağaç

Dimdik duran bir taş yada 

Kimse görmez bizden başka.

        Ağaç, çiçek, ot ve yaprak,

        Geçsin bırak ! Geçsin bırak !

        Dağlar, sular, altında göğün

        Geç yanlarından ! Geç yanlarından !   

 ...                                 

                   Kainatta söz sahibi olmak isteyen korkunç düşünceli büyücüler, canavarlar, ve iblis ; her biri kendi öz düşüncesini insanların üzerine serpmek istiyor. 

Roman boyunca bizleri yalnız bırakmayıp, yol boyunca arkadaşlık edecekler. Kimler mi ? Frodo, Pippin, Merry, Sam, Gandalf ve Aragorn. Mordor’a doğru Tek Yüzükle yola çıkacaklar, maceralı bu yolculukta Karanlıklar Efendisi Sauron’un Kara Süvarileri de peşlerinde olacak. Tabii Gollum da, bu tehlikeli macerada yerini alıp, öykü boyunca bizleri yalnız bırakmayacaktır. 

“Yüzüklerin Efendisi”, (Yüzük Kardeşliği)” adlı eser beyaz perdeye aktarılarak, büyük ilgi gördü.  Dünya Sinemalarında aynı anda gösterime giren bu film, izleyici rekorları kırarak ; işte gişe rekorlarının efendisi sözünü dedirtmesini bilmiştir. Sinema severler, hiç çıkmadıkları ve tatmadıkları yolculuğu yine yazarın,  yeni bir dünya yaratmasında tattılar. 

Kitabı okuyanlar, satırlarla kendi hayal dünyalarını zorlarken, kitabı okumayanlar beyaz perdede bu heyecanı yaşadılar. 

Yüzüklerin Efendisi” adlı eser bir çok kez basılmasına karşın her defasında yoğun ilgiyle karşılanırken, edebiyat çevresinde ki, eleştirmenleri ikiye böldü. Tolkien hayranları ve Tolkien düşmanları olarak adlandırıldılar. Bu durum sayısız makale ve kitaba konu oldu. Tartışmalar öyle düzeylere varıyor ki, gülme yada gülmemek arasında gidip gelinmekte. Bir ateşle danstır ; “Yüzüklerin Efendisi” ni anlamak ve yorumlamak !..

                   Yazar, okuyucularını Orta Dünyaya götürüyor. Fakat bizim bildiğimiz Dünyadan çok farklı. Bizler güneşin yaşlılık haline kavuşmuşken, bu zaman, güneşin  çok genç olduğu bir zaman. Her şey bize göre korkunç giderken, o zaman diliminde yaşayanlara göre normal bir yaşam akışıdır. 

 

         Orta Dünya, bir yanda Elf, Cüce, Hobbit, End, İnsan ve Büyücüleriyle diğer yanda Ork ve Trol gibi tabiatın yaratıklarıyla hepsinin gerisinde de, varlıkları sezilen Vala, Maia’larla bilinçli canlılar yönünden sonsuz bir çeşitliliğe sahip. 

İşte ! Bu perdenin önünde ; dört Hobbit, iki İnsan, bir Büyücü, bir Elf ve bir Cüce olmak üzere dokuz kişilik bir grup. Amaçları ; Orta Dünya’yı yüzüğün efendisi olan Sauron’dan kurtarmak için çıktıkları umutsuz bir yolculuk...                     

 

                                                                                 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

HİKAYE

                         

                        KOCAMAN GÖVDELİ, ET YIĞINLARI

 

                   Çatlayan yumurtadan başını dışarı çıkaran küçük yavru, korkudan ne yapacağını şaşırdı. Nereye gelmişti, burası neresiydi ? Çok da, üşüyordu. Yumurtanın kabuğu tamamen kırılıp, dünya topraklarına ayak basan minik deve kuşu, hiç de adına yakışmıyordu. 

Küçücük gagasıyla, mini mini ayaklarıyla geldiği bu yeri kara gözleriyle tanımaya çalıştı. Çevresini meraklı gözlerle iyice süzüyor, kendisine benzeyen birilerini arıyordu. 

Ama yoktu !.. Sadece karşısında duran heybetli bir yaratık vardı. Kendisini iyice inceledikten sonra o yaratıkla benzer yanlarının olduğunu fark etti. Fakat yanına yaklaşmaya korktu. 

Anne deve kuşu, yavrusuna eğilerek okşamak isteyince zavallı küçük oracıkta bayılıverdi. Ayıldığında etrafında yaratık, adını verdiği bir çok deve kuşu vardı. Minik kuş üzgün, bıkkın, çaresizce  başını yere eğip, düşünmeye başladı. Acaip sesler çıkartan yaratıklar, yavru kuşu gagalarıyla yukarı kaldırıp, sevinç şarkıları söyleyerek kuşun dünyaya gelişini kutluyorlardı. Bazen de, minik kuşun etrafında halka oluşturup, dans etmekteydiler. 

Bu yaratıkların deli olduğunu düşünen yavru kuş, “yeter artık beni rahat bırakın, kimsiniz siz, kocaman gövdeli, pis et yığınları. Sizden de, korkmuyorum anlaşıldı mı ?!” Cılız sesi her bir deve kuşunun kulağında çınlayıp, gülmelerine neden olmaktan başka hiçbir işe yaramadı. 

                   Özel olarak, dünyaya gelmesi sağlanan minik kuş, deve kuşlarını hiç yanıltmadı. Soylarını bu minik devam ettirecek olması, şimdiden onları mutlu etti. Lidercilik özelliğine sahip olması da, gelecek için umut vericiydi. 

                   İlk gördüğü büyük yaratıktan gözlerini ayırmayan minik kuş, “sen söyle, beni buraya neden getirdiniz ?!” der demez koşmaya başladı. Fakat hiç uzaklaşamıyordu. Boynundan birilerinin tuttuğunu hissetti. Önce korktu, sonra gülmeye başladı. Çünkü korktuğu zaman yaratık dediği deve kuşları daha çok üzerine gidiyordu. 

                   Minik kuş, hala daha nereden geldiğini ve ona hayranlıkla bakanların, kim olduğunu bilmiyordu. İyice meraklanmıştı, bu böyle daha uzun sürüp gitmemeliydi. Bir yolunu bulup, ait olduğu yere dönmeliydi. Buradakiler ona göre ; hem çok büyük, hem de,  aptaldılar. 

Birden aklına güzel bir fikir geldi. gözleri fal taşı gibi açılıp, tüyleri sevinçten kıpır kıpır oldu. Önce ilk gördüğü büyük dediği yaratığın yanına gitti. Yere eğilmesini isteyerek, kulağına bir şeyler fısıldadı. Dediklerinden hiçbir şey anlamayan anne deve kuşu, minik kuşun tekrarlamasını söyledi. Fakat minik kuş, ikinci kez söylemeye hiç niyeti yoktu. Çünkü söyledikleri kayda değer bir şey değildi. 

Kendince yaptığı deney başarıyla sonuçlanmış oldu. Bir müddet sonra ikinci deve kuşunun yanına gider. Ona da, eğilmesini söyler ve kulağına anlaşılmaz sözcükler fısıldar. Bu deve kuşu da, bir şey anlamadığını tekrarlamasını minik kuştan ister. Minik kuş kahkahayla gülmeye başlar. “Buldum işte, buldum işte sizin kim olduğunuzu buldum. Taş taşıyan yaratıklar.” Yavrunun son sözlerine daha fazla dayanamayan anne deve kuşu, yavruyu kucağına alır ve tüm hayat hikayesini ayrıntılarıyla anlatır. 

 

Yavru kuş, anlatılanlara önce üzülür, kabul etmek istemez  Her ne olursa olsun, onlarla dost olmayı denemeliydi. “Yoksa et yığınları bana huzur vermeyecek” içinden söylediği bu sözlerden sonra aralarına giren minik kuş, iki ayaklı yaratıkların üzerinde zıplamaya başladı. Hiçbir tepki göstermeyen deve kuşları, minik yavruyu daha da, bağırlarına bastılar. Minik kuş anlatılanları defalarca hafızasında canlandırıp, “demek, bende onlar kadar büyüyeceğim, ama istemiyorum ben minik olmalıyım, çirkinleşmek istemiyorum.” Gerçekleri kabul etmek zordu. 

Fakat minik kuş, birkaç dakika sonra hiçbir şey olmamış gibi şarkısını yüksek sesle söyler. “yaşasın, yaşasın ben artık cici bir kuş oldum. Dünyayı ve sizleri seviyorum. Yaşasın, yaşasın ben artık cici bir kuş oldum.”   

 

 

 

 

                                                         DUYGU  KARAHASANOĞLU