HİKAYE

HİKAYE

IŞIK KÜMELERİ

HİKAYE

                IŞIK KÜMELERİ                                                 

         

         Ancak Süha’dan ses çıkmadı. Serra’nın korkusu iki katına çıktı. Karanlık odada yürüdükçe, yüreği sıkıştı. Kardeşini bulmak zorunda olduğunu tekrarlayıp, durdu. Ümidini kaybederek, yatağına oturdu. Ellerini çenesinin altına koyup, düşünmeye başladı. Islak yanakları sürekli göz pınarlarının suyuyla ıslandı. O sırada kapını açıladığını duydu. Yerinden ok gibi fırladı. 

     “kimsin ? ne istiyorsun ? Neredesin, senden korkmuyorum !”

     “Serra korkma benim.”

Küçük kız ellerini çırparak, 

     “nereye gitmiştin ? Sorumsuz bir çocuksun. O feneri nereden buldun ?”

Süha, feneri birkaç kez yakıp söndürdü.

     “ne bağırıyorsun ? Tuvalete gitmiştim. Altıma mı yapmalıydım. Söyleneceğine, fikir üret.”

Serra, kızgınlıkla, 

     “sen sorumsuzsun. Annemi babamı da merak etmiyorsun.  Söyleneceğine, fikir üret.”

Serra, kızgınlıkla,

     “sen, sorumsuzsun ! Annemi babamı da merak etmiyorsun.”

     “ne yapmamı istiyorsun ? Onlar başlarının çaresin e bakar. Biz ne yapacağız?” 

     “deniz yükseldi. Bahçeye kadar geldi. Az önce gökyüzünde korkunç bir ışık gördüm.”

Gökyüzünün gürültüsü bir kez daha ikizlerin konuşmasını böldü. Gökyüzünde ışık kümeleri göründü. Serra, parmağını uzatmadan Süha’ya gösterdi. Işık kümelerine bakarken, büyük bir sallantı oldu. 

Her ikisi de, odanın içine düştü. Sallantı çok sürmedi. Fakat gök hala gürlüyor, ışık kümeleri de, yaklaşıyordu. Serra, bilim dergisini hatırladığını söyledi. Süha, hangi dergiyi sordu. Serra,

     “bilim üç adlı dergi” 

dedi. Süha, düşündükten sonra, 

     “babamın getirdiği dergi.” 

     “evet” 

deyip, pencereye koştu. Ardından saati sordu. Süha, on beş dakika kaldığını söyledi. 

Rüzgarın uğultusu, yağmurun şiddeti, gürlemenin yanında hiç sayılırdı. Serra, Bilim üç dergisinde ki, uzay yolculuğu isimli yazıyı hatırlamaya çalıştı. 

     “kendi ekseninde dönen, üçgen şeklindeki ışıkların dünya yörüngesine girmeden önceki hali”

Birden sustu. Parmaklarını saçlarının arasına soktu. 

     “Neydi, neydi ?! Süha, yardım etsene, ışık kümeleri ne olabilir ?”

 Işık kümelerinin gölgesi denizin üzerine düştü. Hırçın dalgaların arasında rengarenk oynayan ışıklar, gittikçe büyüyordu. Doğanın dengesinde, farklı çizgilerin içerisinde dolaştıkları belliydi. 

Göz kamaştıran ışıkların, dünyanın hangi yörüngesinden, süzüldüğü anlaşılmıyordu. 

Güneşin etrafında dönen gezegenlerin her birinin büyüklüğü farklı. Dünyanın da bunların işçinde bulunduğu ve hızla döndüğü bir gerçekti. Gezegenlerin hiç biri sırasını bozmadan dönüyor, kendi dönüşünü tamamlıyordu. Uzayın derinliklerindeki, sır perdesinin düğümü yüzyıllardır çözülemedi. Her dönemde belli kişilerin ilgisini çekmiştir. 

   Bu seferde ikizlerin ilgi alanına girdi. Serra, büyüyen gözlerini ışık kümelerinden ayıramadı. Renklerin dansı dikkatini çekti. Süha’nın sesiyle, gözlerini karanlık odada dolaştırdı. Ne olduğunu sordu. Süha’nın heyecanlı sesi, daha da arttı. Bir türlü konuşamıyordu. 

Serra, bir kez daha ne olduğunu sordu. Süha, diyeceği sırada, büyük gürültü oldu. İki çocuk açık pencereye koştu. Işık kümelerlinden biri kayalıklara çarptı. Çok geçmeden denizin kızgın homurtusu duyuldu. Azgın dalgalar yine sahili dövmeye başladı. 

         Serra, bağırmaya başladı.

     “hep senin yüzünden oldu. Korkuyorum ve eve gitmek istiyorum.”

Süha cevap vermedi. Hala korkunun tesirindeydi. Serra, ağlayarak devam etti. 

     “buraya gelmeyelim demiştim. Annemi dinlemeliydim.”

Daha fazla konuşamadı. Gözyaşları sel gibi akmaya başladı. 

Odanın içi bir kez daha aydınlandı. Ardından korkunç gök gürültüsü duyuldu. Serra, kardeşine sarıldı. Birlikte pencerenin önüne gittiler. Işık kümelerinden biri, dalgalarla buluşmak üzereydi. 

Serra, beyaz tombul yanaklarında ki, yaşarlı sildi. Gözünü kırpmadan, kızgın dalgaların arasında kaybolan ışığı izledi. Bahçe duvarında kalan son parçaların denizde kayboluşunu da göz kırpmadan izledi. 

Süha, pencerenin kenarına çıktı. Serra’yı kolundan tutarak yanına çekti.

     “beklediğimiz an geliyor. Tam saatinde gerçekleşiyor. En büyük ateş topuna bak. Gözlerin kamaşabilir. Sakın korkma!”

     “sen, biliyordun ! Bu gece olacağını biliyordun ! Beni kandırdın. Yıllardır gelmediğimiz, aneminde yasakladığı, büyükbabamın konağına, beni getirdin.”

Süha, susması için Serra’nın ağzını eliyle kapattı. 

     “büyük an geliyor. Sakın bağırma.”

Mavi gözleri, ışık kümesine takıldı. Gözlerini kırpmadan izledi. Serra, yine bağırmaya başladı.         

     “büyükbabam öldükten sonra annem buranın ruhlara ait olduğunu söylemişti. Kaç yıldır da, gelmiyoruz. Annem, buraya geldiğimizi duysa!”

Süha, sözünü kesti. 

     “Serra, susss ! Işık toplarına bak. Bu fırsat, bir daha elimize geçmez. Annemi bırak.”

Serra, pantolonunun cebinden bir kağıt çıkardı. Süha’dan el fenerini kağıdın üzerine tutmasını istedi. Satırların üzerinde gezinen ışıktan faydalandı. 

     “dergimizin bu sayısında, ışık kümelerinden söz edeceğiz. Dünyanın hangi, ülke ve meridyeninden geçeceğini yazacağız. Deniz seviyesinin yükseleceği yerlerde, ışık kümelerinin daha rahat izleneceğini belirtirken, gök gürültüsüyle birlikte yağmurun artacağı tahmin edilmektedir. Işık kümelerinin dünyamızdan geçmesi, tesadüf değildir. “

Süha, kağıdı çekti. 

     “sen bunu nereden aldın ? Hani korkuyordun ? yalancı bir kızsın.” 

Serra, gülmeye başladı. Gülmekten bir türlü konuşamadı. Bir müddet sonra, 

     “Süha ! İkiz olduğumuzu unutma ! Birimiz kız, birimiz erkek olabiliriz. Ama aynı düşünüyoruz. Şimdi ışık kümelerlini izleyelim. Anneme bir yaşlan uydururuz.”

     “Serra, yalancın işte ! Hem de kötü bir kızsın !”

Alkışlayıp, sarıldılar. 

         O günün anısını hiç unutmadılar. Annelerine önce yalan söylediler. Daha sonra her şeyi anlattılar. Her ikisinin de, hafızasına kazılan, en büyük ışık topunun köpüklü dalgalar arasında kayboluşu oldu. 

Geçmişin geleceği arasında çizilen ince çizgi üzerinde oynayan renkler, istedikleri her an gözlerinin önünde canlı gibi kaldı. 

                                                             SON

                                                                

                                          DUYGU KARAHASANOĞLU