DİVAN EDEBİYATINDA  BÜYÜK  BİR İSİM  NEF’İ  (1572-1635)

DİVAN EDEBİYATINDA  BÜYÜK  BİR İSİM  NEF’İ  (1572-1635)

Nef’i 17. Yüzyıl şairlerinden olup, Divan Edebiyatının önde gelen simalarındandır. Asıl adı Ömer’dir. Erzurum’un Hasankale ilçesinde 1572 yılında doğmuştur. Medreselerde iyi bir eğitim görmüştür.

DİVAN EDEBİYATINDA  BÜYÜK  BİR İSİM  NEF’İ  (1572-1635)

                   Nef’i 17. Yüzyıl şairlerinden olup, Divan Edebiyatının önde gelen simalarındandır. Asıl adı Ömer’dir. Erzurum’un Hasankale ilçesinde 1572 yılında doğmuştur. Medreselerde iyi bir eğitim görmüştür. 

                   Nef’i, 1. Ahmed’in tahta 1603’de tahta çıkmasından sonra İstanbul’a gitmiştir. 1603-1640 yılları arasında tahta çıkan dört padişaha övgüler yağdıran Ömer Nef’i en çok 1. Ahmed ile 4. Murad’’ı sevmiştir. 

                   İnsanlar her zaman övülmeyi bekler ve ister. hiç kimse eleştirilmekten hoşlanmaz. Bu padişahta olsa !.. 

Demek ki, yaratılıştan gelen bu özellik zaman içerisinde tüm hücreye yayılarak insanı kontrol altına alır. Şairin en güzel kullandığı kalemidir. Keskin kılıç bile bazen yanında sönük kalır. Nef’i kalemi için yazdığı kasidenin hecelerinin arasına sakladığı sanatı çok ince işlenmiştir. 

         Hayalim bir gül bahçesidir, gönül de onun şakıyan bülbülü ; şiirlerim ise : O gül bahçesinin letafetli bir akar suyudur.

        Mürekkep hokkam bir yatak odasıdır, kalemim de onun zenci hizmetçisi ; sözüm ise : O odanın gönül çelen gelinidir. 

                   Nef’inin yaşamında bazı olaylar vardır ki, önemlidir. Üzücü sonuçlara neden olmuştur. 1630 Haziranın son haftasında 4. Murad, Beşiktaş Köşkünde, ”Siham-ı Kaza” yı okurken, bir anda gök kapıları ardına kadar açılıp, şimşekler peşi sıra çakmaya başladı. Hükümdarın yanı başına düşen bir yıldırımı  uğursuzluk olarak niteleyen 4. Murad, eseri yırtar, Nef’i’yi de, görevinden uzaklaştırır. Bir daha hicivle uğraşmayacağına dair 4. Murad’a söz verir. bir süre sonra Nef’iyi af eden hükümdar şaire yeni görevler verir. Ancak Ömer Nef’i şiir yoluyla insanları alay etme, yermeyi kendine en büyük görev bildiği için 4. Murad’a verdiği sözü tutamadı. Vezir Bayram Paşa hakkında yazdığı hicviye yüzünden sarayın odunluğunda kementle boğdurularak, cesedi de, denize atıldı (27 Ocak 1635). Hicivlerinin kurbanı olan Nef’i idama götürülürken de, soğukkanlılığını koruyarak, hayatın güzelliğini , yaşamın inceliğini insanın tüm kemiklerini sızlatabilecek hislerini rübaisinde görürüz.

         Ey dil hele alemde bir bir adam yoğ imiş

         Varise de ehl-i dile mahrem yoğ imiş

         Gam çekme hakikatde eğer arif isen

         Farz eyle ki el’an yine alem yoğ imiş

Şüphe yok ki, insanlık tarihinde süregelen bu tip olaylar insanlık yok oluncaya kadar devam edecektir. 

Her dönemde düşüncenin suç sayılması bir çok kalemin hayatına mal olmuştur. Tarihin sayfalarını çevirdiğimiz de, büyük filozof Sokrates’in de, düşüncelerinden ölüme mahkum edildiğini görüyoruz. 

                   Ömer Nef’i yaptığı sanatı her şeyden üstün görüp, kendisinden önde gelen şairlerden daha iyi olduğunu söyleyerek, kendisini daima övmüştür, kendini beğenme özelliğine sahiptir. Sanatçılara özgü olan kendini beğenme bazen sınırları zorlayacak duruma gelir.     

                   Nef’inin günümüze kadar gelen üç eseri bulunmaktadır. “Türkçe Divan” adlı eserinde 59 kaside, Terkib-i Bent tarzında bir Sakiname, ile dokuz manzume , bir fahriye ve 119 gazel, bir kıta , dokuz matla, 5 adet de rüba’i bulunmaktadır. Nef’i bu eserinde Hz. Peygamber’e ve Mevlana’nın dışında döneminin 1. Ahmed, 2. Osman ve 4. Murad’a, sekiz sadrazama , iki şeyhülislama ve nüfuslu devlet erkanı ile hükümdarların yakınlarına yazılmış övgüler ve şiirler kasidelerdir. 

İnsanı aklına şu geliyor ; övgüler yazılırken sende mükafatlandırılırsın ama yerdiğinde aynı karşılığı göremediğin gibi cezasız da kalmazsın. Demek ki, her zaman “sensin” diyeceksin aksisi kar sağlamıyor !.. her yokuşun bir inişi, her inişin bir yokuşu vardır gerçeğini unutmamak gerekirken benimsenmelidir. Düşüncelerde, ne kadar üstünlük olursa olsun, iktidar kimdiyse onun düşüncesinin  ağır bastığını Nef’i de bir kez daha görüyoruz. 

Ömer Nef’i’nin bir başka eseri olan “Farsça Divan” Farsçayı iyi bildiğini ve bu dilde yazan diğer Türk şairlerinin ilk sırasında rahatlıkla sayabileceğimiz bir şairdir. Eserin tamamı basılmamış olup, dört yazma nüshasının karşılaştırılmasıyla hazırlanmış Türkçe tercümesi ise basılmıştır. 171 rüba’isinin yanı sıra 21 gazel, 1 fahriye kıtası, 8 nait, 8 medhiye, 1 Sakiname, toplam 210 şiiri vardır. Nefi’nin bu eserinde ki, şiirlerinde İran’ın büyük şairlerinden Şiraazlı Urfi’nin etkisinde kaldığını görürüz, bu eserinde Hak aşığı kimliğiyle de, karşımıza çıkmasının yanında kendisini öven şiirlere de, rast gelmekteyiz.

Nef’i’nin “Siyam-ı Kaza” adlı eseri Türk hiciv ve mizah edebiyatına sahip olmasına karşın bilimsel bir çalışma yapılmadığını acı gerçek olduğunu söylemek yerinde olur. yoruma açık olmasının yanında bir çok kişi de, Nef’in hicivlerine maruz kalır. Önemli olan bu hicivlerle anlatmak isteneni yerine  ulaştırılmasıdır. Nef’i bu eserinde ulaşmak istediğine isim kullanmadan ima yolunu seçmesine rağmen kimden söz edildiğini rahatlıkla anlaşılmıştır. 

“Siham-ı Kaza” adlı eseri esprili, sövgülü manzumeler edebiyata gölge düşürse de, edebiyatın ayrılmaz bütünlüğü içerisinde karşımıza çıkar. 

günümüzde yapılan hatalar ve çekilen  sıkıntılar bundan kaynaklanmaktadır. Sanat adına bir şeyler yapılıyorsa, o sanatı yozlaştırmaz. Onu da daha da, yüceltir. Nef’in bu eserinde manzumelerde değişiktir, eser şairin babasını yeren manzumeyle başlar. 

Nef’inin Sultan Murad Han Hazretleri Övgüsünde : 

       Allah’a şükürler ki : Dünyaya minnet etmeden ve dünyanın ıstırabını çekmeden, izzet ve yücelikle hayattan muradımı aldım.

       Dünya değirmeni çarhının dolabının iniltisi, sanki, uyuyan talii uykudan uyandırdı.             

 ...

       Ey muradınca hüküm süren, ey güçlü padişah, ey şefkatli hükümdar, ey şahlar şahı, ey dünyanın felek çapında sultanı, ey cihana sahip olan ;

      Dünyanın birkaç köpeği uydular ulaştılar senin dergahında bir dilim ekmeği bana çok gördüler.               

       Bunlar gönül ehlinin düşmanları, alçak ve eşek tabiatlıdır ki : Her biri zulümde dünyanın yerini tutar.

       Biraz saçma sapan söz söylemek gerekti, onun için söyledim, ne yapayım ? Yoksa zamanın bana daima hitabı böyledir.   

...

 Rüba’ilerinden seçmeler :

      Allah’ım, dilimi her türlü yanılmadan sakla. Düşüncemi de yalan ve iki yüzlülükten koru. Rüba’i vadisi yoluna ayak bastım ; iki ayaklı cahil eşeklerin yermelerinden beni muhafaza et.

                ****   

       Ey Tanrım, kerem et, kuluna  ihsanda bulun. Güç olan durumumu kolaylaştır. Gönlümde, dünya hevesinden bir iz bırakma ; eğer cenneti bile istersem, orasını bana zindan eyle.

               ****

       Ben hercayi ve perişan gönüllü bir aşıkım. O şen, oynak güzel ise hem sarhoş, hem de açık meşrepli ve düşkün. Sevgi ve dostluk durumu nasıl mümkün olur ? Bilmem, bu ucu bağlı nükte, söylenmemiş kalır.      

 

 

       

 

 

 

 

 

 

 

 

HİKAYE

       ÜÇ GERÇEK DOST

         Yeşil otların üzerinde her gün boylu boyunca uzanan kedi, güneşin tadını çıkarıyordu. Arada bir gözünün tekini açar, etrafını iyice süzdükten sonra yeniden kapatırdı.    Otların üzerine yattığı bir gün, yaramaz fare usulca kedinin yanına sokulup, uzun otlardan birini kedinin kulağına sokar, uyuşuk uyuşuk gözlerini açan kedi, fareyi karşısında görür görmez yattığı yerden ok gibi fırladı. 

 

Fare önden kedi arkadan bir müddet koştular. Soluk soluğa kalan farecik, girdiği delik sayesinde kedinin katil patilerinden kurtuldu. Başını delikten dışarı çıkarır çıkarmaz, kedi, var gücüyle farenin başına vurdu. Çabucak kendini içeri çeken farecik, acı içinde kıvranırken, kediden de intikam alma planları yapmaya karar verir. 

                   Deliğin önünü tamamen toprakla kapatan kedi, neşeli şarkısını söyleyerek, oradan uzaklaştı. Zafer kazandığına sevinen kedi, ağaçlara tırmanarak kendince kutlamalar yapıyordu. Ağacın diğer dalında sallanan maymun, kedinin çıldırdığını düşündü. Zıplaya zıplaya kedinin yanına gelerek, neler olduğunu sorar. Sevimli huysuz kedi, tepeden tırnağa maymunu süzdükten sonra “bak maymun kardeş, seni severim. Ama o sevimsiz yaratığı hiç sevmem. Onun için onu cezalandırdım. Ve ondan kurtuldum.”

Maymun, başını iki yana salladıktan sonra “demek, sevimsiz yaratıktan kurtuldun, şimdi burada olsa yine peşine düşersin, ikinizin kavga etmesi çok eğlenceli beni güldürüyor.” Daldan dala atlayarak, gözden kaybolur. 

                   Farecik, toprakları öteye beriye savurduktan sonra yeniden gün ışığına merhaba dedi. Sağını solunu kontrol edip, kediyi aramaya başladı. Müthiş bir planı vardı. Uygulamak için sabırsızlandığı kadar da, heyecanlıydı. Önce kediyi bulmalıydı. Taşların arasından geçerek, yeşil otların bulunduğu araziye geçtiğinde çıldıracak gibi oldu. 

 

Kedi, her zamanki yerinde boylu boyunca uzanmış güneşleniyordu.  Farecik, usulca yanına sokulup, uyuyup uyumadığını kontrol ettikten sonra birkaç tane taş parçasıyla başına “dank, dank” diye vurdu. Kedi ne olduğunu anlamadan gözünün birini açtı. Sırıtan fareyi görünce, diğer gözünü de açarak peşine düşer. Çabucak taşların üzerine çıkan fare ”gel, gelsene, bak ben buradayım, seni bekliyorum aptal kedi, tüylü kedi.”    Diyerek kediyi daha da, kızdırdı. 

Farenin, önceden hazırladığı çukurun içerisine büyük gürültü çıkararak düşen kediye, üsten aşağıya bakan farecik “nasıl kedicik, yeni, evini beğendin mi ? Ömrünün sonuna değin burada kalacaksın.” Sözlerini bitirir bitirmez  “lay lay lay” şarkı söyleyerek gitti.  Çukurun içerisinde,”buraya gel diyorum sana, bu yaptıklarına pişman edeceğim seni sefil fare.” Var gücüyle bağırır. Ama fare hiç birini duymaz. Çünkü  oradan ayrılmıştı. 

Başını patilerinin üzerine koyan kedi, kara kara düşünmeye başladı. Küçük aptal bir yaratık yüzünden çukurun dibinde olmaktan utanç duyuyordu. Oysa bir midelik et parçasıydı. Sefil farenin oyununa nasıl geldiğini bir türlü anlamadığı gibi anlam da, veremiyordu.  “Buradan kurtulur kurtulmaz, seni elimden kimse alamayacak sefil farecik, o zaman sen bana yalvaracaksın” farenin sesini taklit ederek “bırak beni, aman, yapma kedi kardeş ben san ne yaptım ? Gül gibi geçinip gidemez miyiz ?” “İşte farecik böyle acı, acı yalvaracaksın. Ha, ha,ha” Gülmeye başladı. 

Bütün bunları duyan maymun, başını kuyunun içine sokarak “aa burada kimleri görüyorum, ne işiniz var orada kedi efendi ? Yoksa bu soruyu sorduğuma kızdınız mı ? Uzatın bana elinizi, duyamadım yukarı gelmek istemiyor musun? Öyleyse gidiyorum.” Söyleyip arkasını dönen maymuna kızgın bir şekilde bağıran kedi, bir an önce kurtarmasını ve çabuk olmasını söyledi. 

                   Kedi, tüylerini güzelce sildikten sonra farenin girdiği delikleri tek tek aramaya başladı. Her birinin içine patisini sokarak, “dua et  de, burada olma.” Diyordu. Göz ucuyla, arkasına bakan kedi, bir yandan da, mutluluk şarkısını mırıldanıyordu. Son deliğe patisini sokan kedi, acı içinde geri çekildi. “Anlaşılan buradasın sefil fare.” Kedinin sözlerine, İnce sesiyle karşılık veren fare, “oh oldu sana, büyük aptal kedi, benimle uğraşmayı bırak, eğer patini bir daha sokarsan daha çok çekiç yiyeceksin.” 

Kanamakta olan patisine bakan kedi, kenara çekilip yarasını bağladı. Tüm olanlara rağmen sıcak su getiren farecik, yarayı temizlemek istedi. Ancak kedi, buna izin vermez. Bir an önce gözden kaybolmasını aksi taktirde öldüreceğini söyledi. Oradan geçmekte olan maymun, istemeyerek kulak misafiri olur. her ikisini de, inceleyerek, “ne oldu kardeşlerim ? Bir sorununuz mu var ? İsterseniz yardımcı olabilirim. ?” 

                   İki dostunu da, dinleyen maymun, iyi hakimlik yapmak için söz verdi. Her ne olursa olsun barışacaklarına dair kedi ve fareden ayrı ayrı söz de, aldı. 

O günden sonra üçü hiç ayrılmadı. Birbirlerinin sıkıntılarına ortak olup, sevinçlerini birlikte paylaştılar.                   

 

 

                                                      FATMA  KARAHASANOĞLU