“ÜÇ İSTANBUL” MİTHAT CEMAL KUNTAY
İşgal atında olan bir ulusun var olma mücadelesinin yanında mevcut değerlerinden ayrılmak istemeyenlerin öyküsünün anlatıldığı tarihi roman.
Mithat Cemal Kuntay, “Üç İstanbul” adlı romanında İstanbul’u üç bölüme ayırarak, Osmanlı İmparatorluğunun düştüğü durumu bir kez daha canlı kahramanlarıyla gösterdi. Her birinin hayata bakış açısı farklı, hayata tutunma mücadeleleri de, farklı. Bir yaşamın önünden geçen kalın çizgilerin üzerinde bıraktığı izlerle yaşamakta farklı.
“Üç İstanbul” da konu edilen hayatlar, gerçek yaşamdan alındıkları her kahramanın tarihi sorumluluğundan ibaret. Karakterler, kendi iç dünyalarında hesaplaşmaya giderken, toplumun peyder pey kötüye gittiğini de fark etmesi, yine karakterlerin vatan sevgisiyle alakası vardır.
Mithat Cemal Kuntay, karakteri arasında sınıf, kültür farkı yaratarak, her birinin düşüncesi diğerine oranla değersiz ve küçüktü. Savaşan hayatların, ruhlarla bütünleşmesi satırların arasına saklanan gizli düşman edası taşır. Hınzır düşünceler, yazardan uzaklaşmış gibi görünse de, bir çok düşünce kalemin aracılığıyla kendini tekrar belli etmiştir.
Romanda verilmek istenen ana tema, doğrudan aktarılmıştır. Kuntay, süslü cümleler kullanmadığı gibi kelime oyunlarına da, yer vermemiştir.
Adnan, yazarlık yaptığı kadar devletinin düştüğü durumdan rahatsızlık duymaktadır. Osmanlı, topraklarını kaybederken, lüks peşinde koşturan aileler, hala olayın farkında değildir.
Bir taraftan batılı güçlerin baskısı, diğer tarafta padişahın acizliği. Bu iki baskı altında yaşamak zorunda kalan, İstanbul...
Adnan, Hukuk fakültesinden mezun olduğunda avukatlık yapmayacağını iki okul arkadaşı Tevfik Hocayla, Yahudi asıllı Moiz’e söylemişti.
Saygıdeğer saray adamlarından Hidayet beyin konağı toplantıya uygun bir evdi. Her gece toplandıkları evde ülkenin geleceği üzerine planlar yapılarak, tartışmalar uzayıp giderdi. Adnan, meşrutiyetin olmasını isterken, halkın bağımsızlığını istiyordu.
Toplantı gecelerin de, kimler olmazdı ki, Tapu müdürü Senih efendi, Ateşe Navel, Naşit bey, Dağıstanlı Hoca, Avnullah Paşa, Habibullah Efendi, Sakallı Vasfi, Adnan, Tevfik hoca, Moiz... Hidayet beyin sağ kolu sayılabilecek katip, Cön Türk Süleyman.
Hidayet beyin konağı, zevkle döşetilmişti. Şark köşesi tüm konukların ağzını sulandırırdı. Halıların çoğu Avrupa’dan getirtilmişti. Hidayet bey, gece saraya söver, gündüz sarayda çalışırdı. Konuklarının da bir çoğu saraya sövenlerden oluşuyordu.
Adnan, veremli annesinin reçetelerini alabilmek için ders vermeye kararlıdır. Hidayet’ten bu konuda yardım ister. Hidayet, biraz düşündükten sonra Dahiliye Nazırı kızına, edebiyat hocası aradığını söyler.
Adnan’ın hoşuna gider. Bozdoğan Kemerinde bulunan konağa gider. Dahile Nazırının kızı Süheyla’yla derslere başlar.
Adnan, yirmi iki yaşındaki Süheyla’dan hoşlanır. Geceleri onun hayaliyle yaşar. Baş örtüsünü, göz önüne getirir. Evlenmek fikriyle mutluluğunu pekiştirir. Konuyu Dağıstanlı hocaya açar. Dahiliye Nazırıyla konuşmasını ister.
Bu arada Hidayet, Adnan’a ikinci kez öğrenci bulur. Bu sefer ki öğrenci Erkanı Harp Müşirinin kızı yirmi dört yaşındaki Belkıs’tır. Belkıs, miralay Hüsrev’le evlidir. Adnan istemeyerek de olsa, Belkıs’a tarih dersi vermeye başlar.
Adnan mermer yalıdaki tarih derslerine başladıktan kısa bir süre sonra, Suheyla’ya duyduğu sevgiyi kaybeder. Gözü sadece evli Belkıs’tadır.
Süheyla’ya edebiyat dersi vermek istemez. Söylemek için son kez konağa gider. Olaylar beklediği şekilde gelişmediği gibi Süheyla’yı öpmek ister. kız, karşı koyunca, Adnan daha diretir, aralarında korkunç bir kavga başlar. konaktaki hizmetçiler odaya girmek ister. fakat Süheyla, kapıyı içeriden kilitler. Ve Adnan’ın çıkmasını engeller. Sonrada yaptığının çılgınlık olduğunu düşünerek, Adnan’ın çıkmasını ister.
Konular, değişik boyuta uzandığında Kuntay, yine İstanbul’un çalkantılı iki yüzlü insanların düştüğü komedilerini akıcı üslupla anlatır.
Osmanlı’nın çöküşünü adım adım izlerken, saraydan desteklenenlerin takıntı tavrını net bir şekilde göz önüne sermiştir.
Yazarların ve şairlerin baskısı altında ikinci meşrutiyet ilan edilir. İstanbul’un havası da değişir. Saray yanlıları ne olduğunu anlamaz. İyi mi kötü mü olduğuna karar veremez. Padişahın yanında olmanın sağlayacağı zarar yada faydanın ne olduğunu anlamaya çalışırlar.
Sarayın birinci adamları sayılabilecek paşaların bir kısmının durumu kötüye gider. Adnan, İttihat Terakkiye girer. Çalışmalar, gece gündüz devam eder.
Adnan her gece romanına ekler yapar. Bir gece polisler evi basar. Yazdığı müsveddeleri veremli annesinin yattığı yatağın altına sokar. Polisler bir şey bulamaz. Fakat çok geçmeden Adnan, sürgüne gönderilir.
Adnan, sürgündeyken annesi vefat eder. Arkadaşı şair Raif tarafından cenaze kaldırılır.
Sürgünden dönen Adnan, İstanbul’u değişmiş bulur. Her şeyden önemlisi annesi artık yoktur. Avukatlık yapmaya karar verir. Davaların çoğu sarayın zengin adamlarınındır. Adnan, beklemediği kadar para kazanır. Bu arada Erkanı Harp Müşiri sürgüne gönderilir, yalısına haciz gelir.
Belkıs’ın, görkemli hayatı bitmiştir. Hüsrev’den boşanır. Sefaletin ortasındadır. Adnan, Belkıs’ı hala sevmektedir.
Belkıs’a evlenme teklifinde bulunur. Belkıs, tereddütsüz kabul eder.
Adnan Nişantaşı’nda büyük bir konağa taşınır. Eski dostu Hidayet beyin ölümünden sonra boşta kalan Cön Türk Süleyman’ı konağa katip olarak alır.
Belkıs, sefaletin eşiğindeyken Adnan’la evlenmesiyle ikinci görkemli yaşamına kavuşur. Adnan, avukatlıktan büyük paralar kazanır. Eşi Belkıs’a çeşit çeşit mücevherler satın alır.
Belkıs, Avrupa terzilerinden giyinir. Giydiği elbiselerin bir benzeri olmamasına dikkat eder.
Adnan, Hidayet beyin konağının, konuklarını kendi konağında ağırlar. Her gece hükümet tartışmaları konağın salonunu çınlatır. Adnan’ın geldiği durumu kıskananlar, dost gibi görünür. Aslında hepsi arkasından konuşup, gayri meşru yoldan para kazandığına inanırlar.
Belkıs’ın teyzesinin oğlu Alfred Cevat, Londra’da asker kaçağı konumuna düşünce, Adnan’ın konağına gelir. Adnan ilk başlarda karşı çıksa da, Belkıs’ın ısrarlı tavırları karşısında bir şey diyemez.
Moiz’de servetini servet katmıştı. Yahudi asıllı Raşel isminde bir kadınla evlidir. Evliliği ticari ilişkilere bağlıdır. Moiz, iş yapacağı kişileri önce karısı Raşel’in yanında bırakır.
Tevfik hoca’da yıllar önce Adnan’ın genelevde birlikte olduğu Filerete’yle evlenmiştir.
Belkıs, Adnan’a her gün söz beğendirir. İlişkileri tamamen çıkar üzerinedir. Adnan, her şeye rağmen Belkıs’ı delice sevmekte, bir dediğini iki etmemektedir. Alfred Cevat’ın densizliklerine göz yummaktadır.
Prens Hasan’la eşi prenses Bahire bir gece davet verirler. Davete Adnan’la Belkıs’ta davetlidir. Belkıs, hizmet eden esmer tenli bir uşağı çok beğenir. Ve Adnan’dan almasını ister. Adnan ilk başlarda olmaz dediyse de, daha sonra prens Hasan’la konuşur. Uşak Ahmet, Adnan’a verilir. Belkıs, konuklarına hizmet edecek olan Uşak Ahmet’le gurur duyar.
Belkıs, Adnan’ı kibar bulmamaktadır. Baştan beri beğenmiyordu. Ancak para için katlanmıştı.
Roman; zengin karakterleriyle; İstibdat İstanbul, Meşrutiyet İstanbul, İşgal İstanbul. Her devrin ayrı sorunlarıyla yüzleşmek zorunda kalan kahramanlar, kendilerine göre çıkış yolu bulmaya çalışır. Çizdikleri hayat yolunda düşe kalka ilerlerken toplumun baskısı da, üzerlerindedir.
Kuntay, “Üç İstanbul” adlı romanında karakterlere yüklediği sorumluluk, otuz üç yıl Abdülhamit dönemini olduğu gibi yansıtmıştır. Sarayın halkın üzerine kurduğu baskıyı, paşaların yaşadığı zevkli yaşantıyı ustaca kalemiyle yansıtarak, gelecek kuşaklara aktarmasını bilmiştir.
Kuntay, özel yaşantıları, siyası yaşamı birbirine karıştırmadan düzen intizam içerisinde yeri geldikçe verdi. Her biri sırayla aktarıldı.
Kadın karakterlerinde karşımıza çıkan en net tablo, kadın hukuksuzluğuydu. Kadınlar, metaa gibi kullanılırken, bazıları benliklerinden para karşılığı uzaklaştırılmıştı. Kuntay’ın kadın kahramanlarından en soylusu ve Türk kadına yakışan karakteri hiç kuşkusuz Süheyla’ydı.
Belkıs, öğleden sonraları gittiği çayların birinde Rus prensiyle tanışır. Prense ilk bakışta aşık olur. prens, Türk erkeklerine göre kibar ve yakışıklıdır. Ancak morfin kullanmaktadır. Belkıs, Adnan’la olan evliliğini bitirmek niyetindedir. Zaten tek taraflı yürüyen bir evlilikti. Adnan’ın işleri kötü gitmeye başlayınca da bu evlilik yürümez oldu. Ve Adnan’la Belkıs boşanır.
Adnan, büyük bir boşluğa düşer. Kendisini yapayalnız hisseder. Servetini de kaybeder. Belkıs, Rus prensiyle evlenir. Ve prenses olarak İstanbul’a döner. Ancak prensle olan evliliği umduğu gibi yürümez. Prens, morfin kullandığı için karısına iyi davranmamaktadır. Her gün tartışırlar. Morfin alacak parası tükendiği zaman kimseyi gözü görmez. Belkıs, artık dayak yemeye de başlar. Evi, Rus prensinin üvey kardeşi bakmaktadır. Resim çizerek, eşyalara antika görünümü vererek ayakta kalmaya çalışır. Dört kişilik bir ailede herkes onun eline bakmaktadır. Belkıs, sefaletten kilo almıştır. Evin köpeği boğaz tokluğuna sefaletin ikinci canıdır. Rus prensi yemekten çok morfin için yaşamaktadır. Sanat adamı da, bunların hepsine bakmakla mükelleftir.
Belkıs’la Rus prensi korkunç kavgaya tutuşur. İkisinden de, kan akar. Belkıs, bundan sonra intihar etmeye karar verir. Bir iki defa dener, fakat beceremez. Rus prensi, işe girmesini ister. Belkıs, İstanbul’da çalışmak istemez. Çünkü bir zamanlar İstanbul’un sosyetesiydi. Erkanı Harp Müşirinin kızıydı. Elmasları, mücevherleri gittiği her partide dilden dile dolaşırdı.
Belkıs, Newyork’ta çorap fabrikasında işe girer. Yeni hayata üç ay dayanabilir. Bir gün kaldığı odada ölü bulunur.
Adnan, otel odasında yaşamaktadır. Prens Hasan’dan aldığı borç paralarla ayakta kalmaktadır. Ankara hükümetiyle mektuplaşır. Prens Hasan’da bunu bilmektedir. Prens Hasan, Adnan’ı otel odasından alıp, Boğaz içindeki köşke getirir. Adnan’ın köşke yerleşmesini en çok isteyen, prens Hasan’ın karısı prenses Bahire’dir. O da, Süheyla’ya yardım etmektedir.
Süheyla, Adnan’la evlenmek istemektedir. Adnan’ın köşkte kaldığı süre Süheyla ona görünmez. Nikah gününü kararlaştırdıktan sonra Adnan’ın gururu incinmesin diye prenses Bahire’ye para vererek Adnan’a dava parası vermesini ister.
Adnan, parayı aldıktan sonra öyle bir davanın çoktan sona erdiğini öğrenir. Bir şey söylemez. Ve Süheyla ile Adnan nikahlanır. Sade bir törenden sonra Adnan’ın yıllar önce edebiyat hocalığı yaptığı Bozdağan Kemerindeki konağa giderler. Süheyla kendi hesabına çok mutludur. Adnan’ın içindeki huzursuzluk her geçen gün büyümektedir. Ankara’dan gelen mektuplar, artık gelmez oldu. Davet edilmeyi beklerken, mektupların da kesilmesi canını sıkmıştır.
Avukatlık yapmaya karar verir. Tuttuğu küçük ofise hiç iş gelmez. Katip, aylık ücretini alamaz. Adnan’ın ofisinden ayrılır. Adnan ikinci katip bulur. Bu arada sağlığı iyiden iyiye bozulur.
Yeni katibin maaşını ve ofisin kirasını Süheyla öder. Adnan, bunu bilmez.
Günler, aylar geçer, ofise bir davalık iş gelmez. Bu arada konağa da, misafir ayak basmaz. Süheyla, hayatından şikayet etmez. Ancak Adnan, için zor günlerdi. Her gün doktorun tavsiyelerine uyması gerektiğini Süheyla’ya karşı çıkan Adnan hastalığını kabul etmez.
Adnan bir gün odasında kan tükürür. Mendili cebine koyar. Süheyla’ya bir şey söylemez. Bu arada bebek bekliyorlardı. Adını bile koymuşlardı. Adnan şehit düşen miralay babasının ismi Salim olacaktı.
Alfred Cevat ile Raşel yaşamlarını birlikte sürdürür. Uşak Ahmet’te onlarla kalır. Bir gün uşak Ahmet, Alfred Cevat’ı öldürür.
Alfred Cevat’ın annesi, avukat Adnan’a gider. Davayı almasını, Uşak Ahmet’in idam edilmesini ister. Adnan, altı yüz liraya davayı alır. Uşak Ahmet’in yaşı üzerinde durur. Yalancı şahitlerle yaş sorununu halletmeyi düşünür. Nüfus kağıdında on yedi yaşında olduğu yazıldığından, idam edilemez.
Adnan bu davayı kazanmak için her türlü zorluğa razıydı. Eski dostu sakallı Vasfi, Uşak Ahmet’in doğduğu mahalleyi ve anasını tanıyordu.
Adnan’ın, yıllar önce o mahallede, tapu müdürü Senih efendinin karısı Macide’yle aşk yaşamıştı. Uşak Ahmet’te o aşkın ürünüydü.
Fakat Adnan bunu bilmiyordu. Çünkü Macide’ye çocuğu düşürmesi için ilaç vermişti.
Adnan, Ankara’dan ümidi iyice kesmişti. Bir gün Ankara, umuduyla aldığı kalpağı artık mutlu etmiyordu. Kütüphaneye sakladığı kalpağı Süheyla bulur ve Adnan’a takması için uzatır.
Adnan, tepki göstererek, odadan çıkar, Süheyla, şaşırır. Zaten hamileliğin son günleriydi.
Adnan, sinirliydi. Bütün gece Uşak Ahmet’in dosyasını inceler. Sabah erkenden mahkemeye gider.
O gün konağa bir daha ayak basmayacağına dair kendi kendine söz verir.
Duruşma salonu doluydu. Adnan, sanığı suçlayacak tüm delilleri mahkemeye sunar. Konuşmasını yaptıktan sonra, hakimin son kararını beklemeye başlar. Uşak Ahmet’in avukatı sakallı Vasfi’de savunmasını yaptı.
Mahkeme heyeti karar vermek için oturuma ara verir.
Artık karar, açıklanacaktı. Uşak Ahmet, idama mahkum edildi. Adnan bir an yaptığını yanlış olduğunu anladı. Çünkü Sakallı Vasfi’nin savunmasından Uşak Ahmet’in oğlu olduğunu öğrenmişti.
Yazar, burada ruh hallerinin tahlilini yaparken, insanların acizliğini göstermiştir. Her insanda merhamet duygusunun olduğunu, hayat şartlarının olumsuzluğundan dolayı değişimlere uğradığını bir kez daha göstermiştir.
Adnan, sabahki kararını duruşma salonunda unutur. Bozdağan Kemerindeki konağa gitmek için taksi tutar. Konağın kapısında müjdeli haberi alır. Oğlu Salim dünyaya gözlerini açar.
Adnan tüm olumsuzlukları unutarak, Salim’i kucağına alır.
Süheyla Adnan’dan bir çocuk dünyaya getirdiği için mutludur. Adnan’ın hastalığı daha da ilerler. Ofise gidemediği için ofis kapatılır.
Adnan, Ankara’dan gelecek daveti çoktan unutmuştur. Hastalığını pençesinde yaşam mücadelesi vermektedir. Süheyla ile odasını ayırır. Şiddetli öksürüğü, Salim’i uykusunda uyandırmaktaydı.
Adnan’ın annesini bakan Şefika, Adnan’ı görmeye konağa gelir. Adnan’ın ölüm döşeğinde olduğunu görmesine rağmen, annesine baktığı yıllarda, ödenmeyen parasını ister. Adnan Uşak Ahmet davasından aldığı altı yüz lirayı, saymadan olduğu gibi Şefika’ya verir.
Adnan’ın tabutuna koyulan kalpak, bir kez işe yaramıştı. Süheyla, Adnan’ın her şeyini hatta romanını bile yakar.
Mithat Cemal Kuntay, roman kahramanlarının yanında tarihi şahsiyetleri romanın içerisine ustaca yerleştirirken, ruhlarda gezinen düşünceleri dostane yada düşmanca olduğunu da, vurgulamıştır.
Edebiyatın kilometre taşlarından olan “Üç İstanbul”u şu günlerde herkesin okuması ve tarihinden ders alması gereken bir kitaptır.
Kuntay, batılılaşma hayranlığını ifade ederken, İstanbul’un düştüğü durumu tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermiştir. Tarihten gelen bu hastalığa dikkat çekerek, o yıllarda uyarsını yapmıştır.