HZ İBRAHİM

   HZ İBRAHİM

Hz. İbrahim (a.s.), eşi Hacer’i ve henüz kundakta olan oğlu İsmail’i, Allah’ın emriyle,

                                             HZ İBRAHİM 

 

                 Hz. İbrahim (a.s.), eşi Hacer’i ve henüz kundakta olan oğlu İsmail’i, Allah’ın emriyle,

“ekinsiz, ıssız bir vadiye” yani bugünkü Mekke’ye bıraktı.

Kur’ân bu sahneyi İbrahim Suresi 37. ayette şöyle anlatır:

“Ey Rabbimiz! Ben zürriyetimden bir kısmını, Senin mukaddes evinin (Kâbe’nin) yanında,

ekinsiz bir vadiye yerleştirdim,ta ki namazı dosdoğru kılsınlar…”

Yani İbrahim (a.s.) bu ayrılığı Rabbinden gelen bir emir olarak biliyordu.

Ne bir veda sözü, ne bir gözyaşıyla geri dönmek…

Sadece yürüdü.

Hacer arkasından seslendi:

“Ey İbrahim! Bizi bu ıssız yere bırakıp nereye gidiyorsun?”

Cevap yoktu…

Sonra sordu:

“Bunu Allah mı emretti?”

O anda İbrahim döndü ve başıyla ‘Evet’ dedi.

Ve Hacer’in o muazzam teslimiyeti geldi:

“O hâlde, Allah bizi zayi etmez.”

Zaman geçti…

İsmail’in suyu bitti, ağlamaya başladı. Annelik yüreği dayanmadı;

Hacer bir yandan dua ediyor, bir yandan koşuyordu.

İlk koşusunu Safa Tepesi’ne, oradan Merve Tepesi’ne yaptı.

Ne bir ses, ne bir insan…

Ama yedi defa koşarken aslında her adımı bir yakarıştı:

“Ya Rab, Sen görüyorsun, Sen duyuyorsun…”

Yedinci geçişinde, İsmail’in bulunduğu yere dönünce

bir ses duydu:

“Korkma, Allah seni zayi etmeyecek.”

Cebrâil (a.s.) oradaydı.

İsmail’in topuğu toprağa değdi ve yerden Zemzem fışkırdı.

Hacer hemen suyu topladı, “Zemzem! Zemzem!” dedi, yani

“Dur, dur, taşma!”

İşte bu yüzden bugün hâlâ o suyun ismi Zemzem’dir rahmetin taşmayan hâli.

Rabb o gün Hacer’in duasına, bugün milyonların yürüyüşüyle cevap verdi.

Safa ile Merve arası, artık bir annenin koşusu değil her kulun, “Allah beni de zayi etmez” diye koştuğu bir dua yoludur.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                          NE HOR GÖR, NE DE İNCİT...

 

                    Eskiden hukuk fakültesini birincilikle bitirenleri mükâfat olarak Medîne-i Münevvere’ye kadı (hâkim) olarak tayin ederlermiş. 

Gönlü Rasûlullah aşkı ile dolu olan bir genç bunu duyunca bütün gayretini sarf ederek, hukuk fakültesini birincilikle bitirmeye karar vermiş. Gündüz okulda, gece ise evinde mum ışığında ders çalışır. Uyku bastırınca parmağını yanan muma tutar, parmağını yakar, uykusunu dağıtırmış. Bir de adak adamış: 

-“Eğer ben bu okulu birincilikle bitirir, Medine’ye hâkim olursam, yolda ilk karşıma çıkıp, benden yardım isteyene cebimdeki en büyük parayı vereceğim.” diye.

Neticede okulu birincilikle bitirip Medine’ye hâkim olmaya hak kazanır. Tayini yazılır ve yolcu edilir. 

Uzun bir yolculuktan sonra yolu Şam’a uğrar. Emeviye Camii’nde namaz kılıp, Allah’a şükürler eder. Fakat gönlü Rasûlullah aşkı ile yandığı için orada çok fazla eğlenmeden tekrar yola koyulmak için davranır. Zira tüm arzusu hasret olduğu Rasûlullah’a ve o mukaddes topraklara bir an evvel ulaşıp hasret gidermektir. Bu hasret ve muhabbet hâli içerisinde camiden çıkarken gözleri dolar ve bir an Rasûlullah’a kavuşmuş gibi bir hâl zuhur eder kendisinde. Ağlar bir halde camiden çıktığında bir meczup karşısına geçerek:

-"Şey’en lillah! (Allah için bir şey ver.)” der. Genç hâkim, cebinde ona vereceği bozuklukları araştırırken meczup:

-“Genç hâkim, adağını unutma!” der. Genç hâkim irkilir. Çok şaşırmıştır… «Bu adam da kim? Yapmış olduğum adağı nereden biliyor?» diye düşünerek elini cebine götürür ve cebindeki en büyük para olan beşibirliği çıkarıp, hiç tereddüt etmeden meczuba uzatır. Uzatırken de:

-“Allah için Rasûlullah aşkına, canımı istesen veririm… Helâl olsun.” der. Meczup, parayı alır almaz oradan uzaklaşır. Uzaklaşırken de anlaşılmayan birtakım şeyler söylemektedir…

Daha sonra yoluna devam eden sevdalı hâkim, haftalar süren meşakkatli bir yolculuğun nihayetinde âşık olduğu Rasûlullah (Sallâllâhu aleyhi ve sellem)'in şehrine varır. Onu karşılamaya gelenler, genç hâkimi alıp, ikâmet edeceği yere götürürler.

Genç hâkim, vardığı yerde fazla eğlenmeden ilk iş olarak abdestini tazeler ve Rasûlullah’ı ziyaret etmek üzere Ravza-i Mutahhara’ya gider. Ravza’nın kapısını bu genç hâkime açarlar ve: «Buyur!» derler. Genç hâkim, bir edep âbidesi hâlinde salât u selâm getirerek Ravza’ya girer. Bir de ne görsün?!. Birisi ayaklarını Rasûlullah’a karşı uzatmış vaziyette, huzûr-ı Peygamberî’de upuzun yatıyor!.. Bu durum genç hâkimin çok zoruna gider. Rasûl’e karşı yapılan bu saygısızlığı bir türlü hazmedemez ve o zâtı îkaz amacıyla ayağının ucuyla ayaklarına dokunur. Yatan adam başını kaldırıp dik dik genç hâkime baktıktan sonra tekrar başını koyar ve uyumaya devam eder. Adamın pervasızlığını gören hâkim, kendi iç huzuruna halel gelmesin diye îkazında ısrar etmeden ziyaretini îfâya koyulur.

Genç hâkim ziyaretini yapar, arzusuna nâil olmanın huzuru içinde ikâmetgâhına döner ve istirahata çekilir. Kısa bir dalıştan sonra rüyâ görür:

İki polis genç hâkime: -“Genç hâkim, mahkemeden çağrılıyorsunuz, götürmeye geldik.” demektedir.

-"Ne imiş suçum, ne yapmışım?”

-“Bilmeyiz ama daha gelir gelmez bu diyarlarda bir hâkim olarak suç işlemen çok çirkin oldu.” derler. Genç hâkimi alıp mahkemeye götürürler. Genç hâkim, mahkeme heyetinin karşısına çıkınca donup kalır… Çünkü heyetin başkanı Rasûlullah (sallâllâhu aleyhi ve sellem), sağda Ebûbekir ve Ömer, solda Osman ve Ali (radıyallâhu anhüm) oturmaktadır. Sonra kafasını dâvâcıdan tarafa çevirir, dâvâcıya bakar, biraz evvel Ravza’da yatan kişidir.

Rasûlullah (Sallâllâhu aleyhi ve sellem):

-"Genç hâkim, hakkınızda şikâyet var, benim huzurumda şu kardeşini rahatsız etmişsin, doğru mu?” diye sorar.

-"Doğru yâ Rasûlâllah! Doğru ama ben onu incitmek için değil, huzurunuzda edebe uymayan bir hâlde olduğunu görüp kendine gelmesi için îkaz etmek istemiş ve ayaklarına ayağımla dokunmuştum. Kötü bir niyetim yoktu.” der. 

Dâvâcıya dönen Rasûlullah: -“Dâvâ ettiğin kişiyi dinledin, ne diyorsun?” diye sorar. 

Adam:

-“Mademki niyeti iyi imiş, ben de onu affettim, yâ Rasûlallah!” der. Rasûlullah bu sefer şâhitlere dönerek:

-“Şâhit misiniz, yâ Ebubekir, yâ Ömer, yâ Osman, yâ Ali?” deyip hepsini tek tek eliyle işaret ederek genç hâkime gösterir. Onlar da şâhitlik ederler.

Genç hâkimle dâvâcı, hûzûr-ı Rasûlullah’ta kucaklaşıp, helalleşirler. Bu esnada çok heyecanlanan genç hâkim, uykusundan uyanır. Derhâl abdest alır. 2 rekât teheccüd namazını Mescid-i Nebevî’de kılar ve Ravza’ya varır. Bakar ki, aynı kişi hâlâ orada aynı şekilde yatıyor. Genç hâkim, hemen davranıp yatan adamın ayaklarını öpmeye başlar. Adam, başını kaldırır:

-“Yahu sen ne biçim adamsın, biraz evvel teptin, şimdi öpüyorsun, ne var, ne istiyorsun benden?” der. 

Genç hâkim, özür diler ve: -“Hakkını helâl et, efendim.” der. 

Adam: “Yahu sen nasıl bir adamsın? Seninle biraz evvel Rasûlullah’ın huzurunda barışmadık mı, kucaklaşmadık mı? Hem sana senelerden beri âşık olduğun Rasûlullah’ı ve dostlarını gösterdim… Bundan başka ne istiyorsun benden? Yoksa Şam’da verdiğin beşibirliği mi istiyorsun? Al!..” diyerek beşibirliği de verip ortadan kaybolur…

Bilseydim kıymetini

Öderdim diyetini

Ne incit ne de hor gör

Temiz tut niyetini.

****

 ·

 

 

                                      ÖRDEK 

 

                         Avcının biri, avladığı ördeği yolmuş, temizlemiş fırıncıya pişirmek üzere vermiş " Akşam üzeri alırım " diyerek gitmiş.

Akşama doğru fırıncı nar gibi kızarmış ördeği fırından çıkardığı esnada, fırından ekmek almaya gelen kadı efendi ördeği görünce canı çekmiş, 

Kadı fırıncıdan ördeği isteyince , fırıncı "sahibi var veremem kadı efendi " demesine rağmen, kadı " Sen sahibine bir şeyler söylersin " demiş ve ördeği kapıp gitmiş.

Fırıncı kara kara düşünürken ördeğin sahibi avcı gelmiş ve ördeğini istemiş , 

Fırıncı;  “ Senin ördek uçtu” demiş. 

Avcı;  “Anlamadım ?” deyince. 

Fırıncı; “ Senin ördek uçtu gitti” diye tekrar edince , 

Avcı, ördeğin başkası tarafından alındığını anladı. “içi boşaltmış,  tüyü yolunmuş ördek nasıl uçar.” Diyerek  odunu kaptığı gibi fırıncının üstüne yürümüş, fırıncı da fırın küreğini kapmış, başlamışlar kavgaya ..

           Yoldan geçen Musevi bir vatandaş kavgayı görünce ayırmak istemiş ama fırıncının küreği adamın gözüne gelmiş ve bir gözü çıkmış. 

Bu defa acıyla Musevi vatandaş bir olmuş, fırıncı çareyi kaçmakta bulmuş bahçelerden, duvarlardan atlayıp kaçarken duvar dibinde güneşlenmekte olan hamile bir kadının üzerine düşmüş, kadıncağız korkudan çocuğunu düşürmüş. 

Kadının kocası durur mu ?

Fırıncı önde can havliyle, avcı arkasında sinirle onun arkasında bir gözünü kaybeden Musevi acıyla, onun da arkasında çocuğunu kaybeden adam intikam hırsıyla koşmaca kovalamaca derken, fırıncı önüne çıkan bir eşeği kaçmak fırsatı olarak görmüş, kuyruğundan yakalamak isterken eşeğin kuyruğu fırıncının elinde kalmış. 

Bu defa konvoya (!) eşeğin sahibi katılmış...

Neticede fırıncı yakalanmış, hep beraber kadı efendinin huzuruna çıkmışlar.

Kadı, önce avcıya ne olduğunu sormuş , 

Avcı ;  “Muhterem kadı efendi, ben bir ördek avladım, yoldum, temizledim, fırıncıya verdim, ama akşam almaya gittim de bana uçtuğunu söyledi.”

Kadı biraz düşünmüş " Şu kara kaplı kitaba bir bakalım ne diyor ? " demiş, başlamış sayfaları karıştırmaya. “Hımm , ördek ... ördek..hah ! buldum, Ördeğin karşısında tayyar (uçar) yazıyor, demek ki uçmuş.” 

Avcı itiraz edecek olmuş. 

Kadı hiddetle yerinden kalkmış ; “Bana bak zındık, kitaba karşı mı geliyorsun, yatırırım falakaya” deyince avcı sesini çıkarmadan oradan ayrılmış.

Kadı, Musevi vatandaşın, fırıncıdan olan şikayetini dinlemiş, yine kitabı karıştırmış, yine hah buldum ! demiş ve okumuş ; “Her kim ki bir Müslüman, bir gayrimüslimin iki gözünü çıkara gayrimüslim de Müslüman’ın bir gözünü çıkara.” 

Musevi’nin kafası karışmış, “Yani ?” demiş kekeleyerek, 

“Yani si şu ; fırıncı senin öbür gözünü de çıkaracak, sen de onun bir gözünü çıkaracaksın. 

Musevi’nin zaten bir gözü kalmış " Şikayetimden vazgeçtim " demiş ve gitmiş.

Kadı efendi çocuğunu düşüren kadının kocasını dinlemiş

kitaba hiç bakmadan ;  “Şer' i yasalara göre her kim ki bir kişinin malını zayede, derhal onun yerine yenisini koya.” 

Adam arkasına bile bakmadan sinirle çıkmış o da gitmiş.

Kadı eşeğin sahibine dönmüş ;  “Senin şikayetin ne demiş ?”

Eşeğin sahibi ; “Aman efendim , benim ne şikayetim olur, ben yüce adaletinizi izlemek için gelmiştim.”